6 Aralık 2011 Salı

kahin

yaşlı bir adam tanıdım.
neden o yaşında karşıma çıktı bunca vakitten sonra bilmem. görünen o ki ; sadece kendi başına geldiğini sandığı oysa her insan gibi sıradan sorunsallarıyla hayatın  geçmişti , onun da ömrü ..yüzüne yansıyan her çizgi bir yaşanmışlığa aitti , net. ama tüm o çizgilerin ardında aslında doğum anı kadar pürüzsüz bir cilt yatıyordu . gözlerinde görüyordum .ellerimi uzatıp , bir anda hayatın çökmüşlüğünü yüzünden sıyırıp atmak istiyordum. adam, tüm yaşam enerjisine rağmen bana karşı koyuyordu bakışlarıyla. 
 
"bırak, hayat bu elbet bitecek" der gibi. "bırak, aksın .."

ölüm , yaklaşmıştı adam için. bunu hissedebiliyorum. ölüm de aslında birçok an gibi insanın karar vermesiyle bağlantılı , istemli bir son gibiydi benim gözümde. hani çok hayalleriniz olur ya hayatta hep peşinden koşarsınız , bir bir gerçekleşmelerine tanıklık edersiniz ve zaman gelir sıranın sonunda bir anda yüzünüze çarpan bir kapıyla irkilirsiniz.
 
kapıda şöyle yazar ; "son" oysa yazının ardında şu gizlidir "ve yeni bir başlangıç" .

kimilerine göre o vakit hiç gelmez , hep erkendir hep beklenmedik.
kimileri önemsemez , kaybolur gider hayatın içinde .
kimileri , çoğu an'da gizli mucizelerin farkında yaşar ve bu his te beklenmedik değildir onlar için . 

düşünceler , düşünceler ardında gizli yaratılan enerjiler , enerjilerin hayata yansımaları , zaman içinde şekil bulmaları ve bir bedene ait yaşamı oluşturmaları .

işte tüm bunların farkında bir yaşam sürmüştü adam. şimdi hazırdı her türlü sona. hayat , ona cömert olmuştu çoğuna kıyasla . o da her başına geleni göğüslemeyi bilmişti sonuna kadar. hakkını vermişti hayatın . ama insandı , yaşamın izlerinin yüzüne vurması doğaldı . her oluşan izle birlikte , daha da kök salmıştı hayata. kökleri , toprağın içinde yer buldukça  sağlamlaşmıştı duruşu. şimdi , topraktaki yerini yeni ruhlara bırakma ve herbir parçasını toplayıp gitme vakti gelmişti.

derken , zihnimdeki düşünceler sustu. adam konuşmaya başladı .
düşüncelerimi yanımdaki tahta taburenin üzerine bıraktım . adamı dinlemeye başladım .

adam sordu ; " kimsin sen? "

evet  ,bu bir anda yanıtlanması zor bir soruydu. bir an şaşkınlıkla karışık kala kalmıştım. aslında hiç tereddütsüz düşünmeden cevaplamam gerekirdi. birçok cevabı olabilirdi bu sorunun. nasıl kendimi anlatmak istedigime bağlı . ama ikimizde biliyorduk her alternatifin altında yatan tek gerçek olduğunu.
 
derin bir nefes aldım önce ve içtenlikle cevapladım ;" kendimim "

adam gülümsedi , cevabım hoşuna gitmişti belli. bir adım daha yaklaştığını hissettim yüreklerimizin.
 
" Çok mu önemlisin ? " diye sordu bu kez.

yine afalladım , çok mu egosu yüksek bir cevap vermiştim. neydi adamı bu ikinci soruya yönelten sebep ? sakinliğimi koruyarak ;" en çok herkes kadar. " dedim. tutarlı cevaplarım , adamı çözmeye başlamıştı. sonra üçüncü soru geldi.
 
" peki , ne olmak istiyorsun? "

işte bu soruya sayısız cevap verebilirdim. o kadar çok yapmak istediğim , o kadar çok tatmak istediğim şey vardı ki hayatta.. hangi birinden başlarsam başlayım diğerleri hep kötü hissedecekti kendilerini. listem uzadıkça arka sıralara düşenler. o nedenle,cevabım yine kisa oldu.
 
"yine kendim. "

adam, ellerini uzattı . elimi tuttu. işte dedi ; bu eller senin hayat ödülün! ne olursa olsun hayatta, sana verilen bu ödül sayesinde kendin olma şansın olacak. onlara iyi bak.yıllar geçtikçe , serpilecek önce kendine yer edinmeye çalışacaksın hayatta . sonra bir an gelecek, kök salmak isteyeceksin. köklerin toprağın içinde yer edindikçe , hayat bambaşka keyiflere bürünecek gözünde. asla , keyiflerin esiri olma. her an , yel alıp savurabilirmiş gibi yaşa. ama kim gitse hayatından geri döndüğünde seni aynı yerde sen gibi bulacakmış kadar emin ve güvenli.
korkulara yer verme hayatında , onlar gövdeni kemiren tahta kuruları gibidir. seni öldürmezler ama umutlarını kemirirler . engel olmaya çalışırlar yaşamana ..


" şimdi git ve hayatına sahip çık." dedi ve sustu.

bir kahin gibi hayatımda ansızın beliren yaşlı adam yine bir anda uzaklaştı  benden . gözden kaybolurken bedeni , çabaladığım düşünselliklerimin gerçekliğini bana kanıtlamak ister gibiydi her cümlesinin altında gizli ..


3 Aralık 2011 Cumartesi

KingDoM of ImperiaLisM


Günaydın Güneşli Cumartesi,

Üzgünüm..
Yine zamansız uyandırılıp, seni yok sayıp, hayatımı ; bana birkaç adet kağıt parçası ile bağışlayan sahibimin buyurduğu üzere yaşamaya gidiyorum..
Yani aslında seni yine istemeyerek görmezden geliyorum.

Her ne kadar günümü aydınlatsan da soğuğunda üşümemek için ayakkabılarıma, karanlığında ürkmemek için beni içine alacak sıcak bir eve ve aslında seninle ayrı düşen yollarımızı birgün birleştirmek ümidiyle korumam gereken sağlıklı bir bedene ihiyacim var.
Ve tüm bunlar için insanlığın yüzyıllar önce herbirimiz için biçtiği değere ! 

Biliyorum , esaretim uzun sürmeyecek. Ömrüm böyle geçemez hissediyorum. 
Bir çıkış yolu bulacak kalbim ve seninle yine zamansız vakitlerde buluşacağız, diliyorum..
Güneşin yetecek sade bedenimi ısıtmaya ve yalınayak koşacağım ışıdığın yollarında , hiçbirşeye ihtiyacım olmayacak görüyorum! 
Bedenimi saran enerjinle doyacak ruhum.Yalnız senle devam edeceğim yoluma biliyorum.

Ve şimdi bu krallıktan kaçmama az kala bitiriyorum ..
Bekle beni ,geliyorum.

21 Kasım 2011 Pazartesi

' iki 'lem

Aynı zaman içinde aynı bedende birbirine bağlı iki ayrı hayat yaşıyor gibiyim.. Biri takvim sayfalarıyla sınırlı sizin bildiğiniz ‘hayat’ , birinin zamanı yok. Biri sizin birebir dahil olduğunuz , biri çoğunun göremediği.. İnsanlar gelip geçiyorlar hayatımdan. Zamansızlığıma dahil olanlarsa bir hayli az. Ki onlar da başkalaşıyor yeniden şekilleniyorlar içimde biryerlerde. Bir bilseler kendilerini eminim tanıyamazlar.Gözlemlediğim gerçekliklerim , yarattığım dilde içimde sahneleniyorlar.Sonra hayata yansıtmak istediklerim günyüzüyle buluşuyorlar ve her geceyarısı uyku öncesi perdeleri kapanıyor sahnemin. Karakterlerini yaratmak güzel varolmasını istediğin ve onlardan beslenmek. İlham almak. Bu duruş , bir kaçış belki hayatı olduğu gibi kabullenmeyi kolaylaştıran. 

Kimseye hesap vermeden , umursamadan ..

* * *

Hayatı monotonlaştıran kavramları sevmiyorum.Biri beni bir tanımlamaya/değerlendirmeye sokmaya çalışsa/kalksa hemen oradan kaçıp uzaklaşmak istiyorum. Kalıplara sokulmayı sevmiyorum.Kendimi harflerin arasına sıkışmış hissediyorum öyle zamanlarda.Sınırlanmış.Sıcağı ve soğuğu sevmiyorum.Sabah serinlikleri gibi geçsin istiyorum her anım. Biraz içimi ürperterek ama az sonra güneşin doğacağını bilerek.Genç veya yaşlı olmak istemiyorum.Rakamların arasına sıkıştırılmak yerine hayatı algıladığım anda olmak istediğim yaşta yaşamak istiyorum.Güzel veya çirkin olmak istemiyorum.Kendim gibi olmak istiyorum..

Ama başkalarının gözünden kendimi görebilmeyi çok istiyorum.Aynada kendimi görmekle onların gözleriyle kendimi gördüğümde aynı hissedip hissetmeyeceğimi çok merak ediyorum.

* * *

İçimde yarattığım dünyamda bir kavrama ait olma veya bir kavramın esiri olma durumu yok.Ya da bir insana ait olma veya bir insanın esiri olma durumu.Orda kendi müziğim var. Kendi renklerim, kendi görselliklerim, kendi aşık olduğum adam var.

Hayallerim var uçsuz bucaksız..

Ve tek derdim , içimde yarattıklarımı gerçeğe dönüştürme çabası.Belki de doğum kodumda saklı yazılı hayat karması bu – tek mutluluğum iki hayatımın kesiştiği noktalar.
Ve tek gerçekliğim kabullendiğim , kendi gördüklerimin maddeleşip başkalarının gözünde şekil bulması.   

* * *
       
Benim 'iki 'lemim , sözlük anlamıyla bir kararsızlık , arada kalmışlık durumu değil yani aslında.
Benim 'iki 'lemim , içimde yarattığım gerçekliğim ile sizin gördüğünüz hayatımın nasıl buluşacağı sorusu ' ? '

va'z'iyet

bir gün hayal edin ,
herkesin mutlu uyandığı - bir şekilde ..
parıldayan güneşin ,en güneşsiz evlere bile bir delik bulup sızdığı bir gün !
insanların yatağından gülümseyerek ve eşlerini uzun zamanlı bir uykudan uyanırcasına hasretle öperek uyandırdığı bir sabah..
 
saatin yavaş ilerlediği, geç kalınmışlık endişelerinden arınmış bir kahvaltı hayal edin sonra ..
tahta masanın etrafında uzun zamandır biraraya gelmemiş aileler
ve kızarmış ekmek kokularının sardığı bir mutfak.

sonra sokağa attığınız ilk adımda , nazikçe akan bir trafik
birbirine koşulsuzca yol veren arabaların içinden sokaklara taşan insan kahkahaları ..

yol kenarında yeni açmış henüz ezilmemiş ,koparılmamış çiçekler
ve birbirini gülümseyerek selamlayan insanlar - hepsi bir!

gökyüzünde sonra aniden beliren bir renk şeridi
ve güneş ile yeryüzüne vuran binbir tonlu renkli bir gün !!!

işte böyle bir günün sabahında,
yüzümde gördüğüm hayalin etkisiyle oluşan bir gülümsemeyle, ölmek isterim ben.
onca insan gülümseyerek uyanırken yeni güne !
 
ve renklerle uğurlanmak isterim.
u/mutlu insanlar içinden sessizce fark ettirmeden, fark edilmeden !

müzikler eşliğinde en sevdiğim , 
bir karnaval günü gibi kutlanan !

15 Kasım 2011 Salı

TOKYO- "Bir İlham Gezisi Seyahatnamesi"



1.gün : Shibuya’ya Varış

Oniki saatlik zorlu bir yolculuktan sonra Narita’ya varıyor ve ardından iki saatlik bir şehre ulaşım çabası ile Shibuya Tobu Hotel’deki odama yerleşiyorum.Tokyo’yu koklamak üzere bir an önce moda ve trendler anlamında önde gelen bölgelerden biri olan Shibuya’da günüme kaldığı yerden devam ediyorum.Shibuya kendi içinde yaşayan bir şehir gibi. İçinde hem dünya markalarını sunan “Parco” gibi birçok büyük mağazaların bulunduğu aynı zamanda Japon lokal markalarının daha genç , alt kültürlere hitap ettiği “109” gibi mağazalari barındıran bir kozmopolit. Meydana yaklaşırken Tokyo denince akla gelen , bahsedilen inanılmaz bir insan yoğunluğu beni karşılıyor. Gözlerimi, Japonların dış görünümlerini incelemekten alamıyorum. Bir o kadar kendini geliştirmiş ve Avrupalaştırmış son derece modern bir duruş  ile birleşen bir o kadar geleneksel bir mizaç karşımda olağanüstü bir tezat oluşturuyor. Tarifi mümkün olmayan bir moda sentezi bu yüzüme vuran. Ufak uçuşan etekler , minik paltolar, bolca fırapan kürk detaylar , bir parlaklık yüzlerde başlayan ve tırnaklara kadar uzanan.. Abartılı topuklu ayakkabılar ile birlikte sanki John Galliano zamanından bir Dior defilesi sahnesi önümden geçen kalabalıkla karışmış.. Gençlere baktığımda kızlar ve erkekleri ayırtetmem bazen mümkün olmuyor. Son günlerin akımlarından biri olan “Androjen” bir hava hakim. Herkes bakımlı ve aksesuarlar giyimlerini tamamlayan en önemli detaylar.

Meydanda ilk durağım ; Shibuya 109 mağazası.Yaklasik 120 Lokal markayı aynı çatı altında toplayan bu çok katlı mağaza adeta Tokyo’nun güncel ve ‘cool’ diye tanımlanan Japon Genç Kız giyim kültürünün bir yansıması.109’dan çıktığımda karşımda bir Amerikan dokunuş yakalıyor gözlerimi.Bir kahve molasında, gelecek Tokyo günlerimi planlayıp Shibuya’nın diğer yüzünü keşfetmek üzere ara sokaklara dalıyorum.
Gecenin karanlığında Tokyo sanki yeni bir yüze bürünüyor. Son derece parlak renkli ışıklar sokakları köşe bucak aydınlatıyor. Ara sokaklarda Vintaj mağazalara rastlıyorum sonra. Avrupa’dan özellikle Fransa’daki Vintaj mağazalardan farklı ürünler hakim burada. Romantik elbiseler, Amerikan Kolej tarzı parlak nakışlı montlar, ekose flannel gömlekler, işçi giyim tarzını yansıtan pantolonlar ve tulumlara Vahşi Batı etkilerin yansıdığı detaylarla karışmış gömlekler eşlik ediyor.
Saat ilerledikçe gece çökerken üzerime enerjimin yettigi yer yakında bir “Yaşam Tarzı” mağazası.Günüm, ağırlıklı olarak Japonca dilinde sunulan moda dergilerinin arasinda, müzik ve tadına baktığım leziz kitaplar ile son buluyor.Bu şehirde yaşamak istiyorsam anlıyorum ki Japonca bilmek şart !

2.gün: GINZA

Yedi  saatlik zaman farkı hayatıma yorgun bir sabaha uyanış olarak yansıyor ama içimdeki Tokyo’yu keşfetme heyeacanı ile sabah mağazaların açılış saatinde kendimi metroda Ginza’ya doğru yol alırken ( Tokyo’nun 5.Caddesi) buluyorum. Metro çıkışında beni  zarif bir cadde  ve sağlı sollu dizilmiş dünya markalarının prestijli mağazaları karşılıyor. Armani, Dior ,Chanel ,Bottega Veneta, LV, Gucci , Hermes gibi birbirinden farklı birer görsel şöleni anımsatan koleksiyon detaylarının yansıdığı vitrinler gözlerimin kadrajına dahil oluyor. Hafta içinde bir gün olmasından mı bilinmez ya da sabah saatlerinin mi etkisi ama Tokyo’nun kalabalık yüzünden eser yok bugün. Bir markadan daha bahsetmeden Ginza turumu sonlandıramayacağım.O kadar uluslararası, dev markanın yanında bir Japon lokal markası ; “Uniqlo” dikkatimi çekiyor. Motto’su ;  “Global üret , global sat!”.Uniqlo karşılanabilir, iyi kaliteli (!) günlük giyimden iç giyime uzanan bir ürün yelpazesine sahip ve mağazasında insana alışveriş rahatlığı sağlayan bir konfor hissiyatı hakim.


3. gün: OMOTE – SANDO

Yol haritamda sırada daha çok “Konsept”  mağazaların hakim olduğu Omote-Santo bölgesi var. Bu bölge büyük bulvarı , birbirini kesen küçük caddelerle birleştiren ve keşfedilmeyi bekleyen dar ara sokaklardan oluşuyor. Comme Ca Va , Comme Des Garcons , Prada Concept Store , “Loveless” ve çeşitli tasarım mağazaları bugüne sığdırmak istediğim birkaç durağım.
Prada Tokyo Concept Store ; hakikaten bir mimari başyapıt. Dört yanı camdan oluşan bina son derece futuristik  bir hava sergiliyor. 3boyutlu bir meteoriti veya dev bir pırlantayı anımsatan görüntüsü ile şehrin silüetine yumuşak, organik bir hava katıyor. Bir uzay gemisinin girişini andıran labirentin içinden geçerek girilebilen mağazanın iç dekorasyonunda da geleceğe aitlik hissiyati verilmiş.







Come Des Garcons ; Londra’da bulunan büyüleyici “Dover Street Market” konsept mağazasından sonra aynı heyecanı uyandırmıyor bünyemde ama yine de her koleksiyonu, sunumu , sıradışı Moda Anlayışı ve Trendlere karşı duruşu ile son derece özgün bir ilham kaynağı.


“Loveless”, lokal bir tasarım mağazası. Bir gece klübü girişini andıran karanlık bir merdiven bedenimi yerin altına saklanmış dört  katlı bir konsept mağazaya ulaştırıyor. Bayan ve erkek genç giyime hitap eden ürünler yeni trendlerin habercisi.İpuçları veriyor. Kendini ifade eden Tokyo modasının öncülerinin düzenli olarak takip ettiği bir mağaza burası. Yerin altında kalan iki kat ’Dark side ; Karanlık yüz’  olarak adlandırılmış. Mağaza içi dekorasyonu adeta bir ejderha kalesini andırıyor. Yeniden yapilandirilan üst katları ise kendi ifadeleri ile mağazanın ’Sunny side”  yani “Aydınlık Yüz’ü” . Giyimin yanında özel seçilmiş CD, kitap ve magazin koleksiyonu da ruhumu doyuruyor.
Spiral Concept Store; Paris ‘Collette’ Mağazasını çağrıştıran bir mekanın içindeyim. Spa ve güzellik salonu dahil ev dekorasyonu ve kırtasiye gibi birçok alanda tasarım ürünlerinin sunulduğu çok katlı bir mağaza burası. İsmini sizi mağazanın içine ulaştıran spiral yürüme bandından alıyor. İlk giriş katındaki kafe’si de içerideki havayi koklamak ve bir süreliğine hayatlarına dahil etmek isteyenler için ideal bir dinlenme noktası.
Büyük bulvar üzerinde bir akşamüstü yürüyüşü ile sonlanan gün yarını keşfetmek için yapılan bir gözlem / arayış anı aynı zamanda benim için.
Günümün son durağı ; Laforet Harajuku .(http://www.laforet.ne.jp/ ) 150 butik ve altı kattan oluşan , 1978 yılından bu yana Harajuku’ yu sarmalayan bir moda hareketi. Güncel moda markaları , prestijli konsept mağazalar ve son moda akesuarlar birarada sunuluyor burada.


Bugün artık şehre daha çok hakim yön ruhum. Shibuya’dan gözüm kapalı atıyorum kendimi sokaklara ve yürümeye başlıyorum.İşte , “CAT STREET” önümde. Londra Soho’yu anımsatan küçük vintaj mağazalar, sıradışı hayat biçimlerini yansıtan butikler ve aksesuar dükkanları peşisıra dizilmiş. Cat Street , herbir mağazaya girip çıktıkça uzuyor, bitmiyor. Büyük bulvara varıyor ara sokakların sonu ve “Moma Sanat Müzesi”  Tasarım mağazasındayım. Bugün Japon tasarımcıların yeni koleksiyonlarını, kendi vatanlarında keşfetme ve deneyimleme günü! Uzun araştırmalarımdan sonra lokasyon bilgilerini edindigim ilk durağım;
Yohji Yamamoto; ( http://www.yohjiyamamoto.co.jp/)  yine sıradışı kalıplar ve tipik Japon Tasarım anlayışı.Tek renklilik ya da renksizlik. Bir hayli sınırları zorlayan ürünler,  herbiri ayrı birer başyapıt halinde sunulmuş. Alternatif feminen görüntüler , yenilikçi kumaşlarla ifade ediliyor.
Issey Miyake; (http://www.isseymiyake.com/) yeni fikirlerin, projelerin güncel tadların fütürist eğilimlerle birlikte sunulduğu yaşayan bir laboratuvar adeta. Teknolojik kumaş , kesim ve detayların peşi sıra yeralan modellerin ardında yatan yoğun arge süreçlerini hayal etmek bile oldukça heyecan verici. Japon kültürünü sentezleyerek modellerine yansıtmış son derece başarılı bir tasarımcı Issey Miyake.Saygıyla , selamlıyorum.

5.gün  - HARAJUKU’da geride kalanlar ..

Son günümü geride kalanlara adıyorum..Ve işte ; “Design Festa” . “Tasarım Festivali” Kapsamında bir tasarım evine dönüştürülen bir binada renkler , fotoğraflar , asyalı yaratıcıların bakış açısıyla yaratılmış objeler fotoğraf makinemin kadrajına ve oradan da ruhuma yansıyor. Design Festa ; yılda iki kez düzenlenen ve yaklaşık 60.000 ziyaretçinin katıldığı Asya kıtasının en büyük yaratıcı oluşumlarından biri.Mutlu bir gün benim için tüm görsellikleri içime çekiyorum.








































































































Son gün – Sonsöz: “Hoşçakal Tokyo”

Tokyo , Moda ve Trendler anlamında son derece ilham veren ve  insana dünyada Avrupa ya da Amerika’dan farklı bir yerde olduğunu hissettiren , yaşayan bir şehir..

İnsanları,  yaşayış biçimleri ve  hayat standartları son derece ileri düzeyde olmasına rağmen ; geleneklerine bağlılıkları ve kendi kültürleri ile sentezledikleri bir hayat anlayışına sahip. Kendi tarzlari var, evet! Paris’te bir bayanda göremeyeceğiniz bir tarz bu. Kimi zaman çocuksu bir dişilik, kimi zaman daha androjen, biraz rüküş bazen de  biraz abartılı bir tarz bu ama kendileri gibi olan kendilerine yakışan. Küçük bedenli, küçük insanları var. Bir de renklilik hakim. Renklerle oynamayı , desenleri karıştırmayı seviyorlar.Binbir türlü aksesuar detaylar , fırfırlar, uçuşan kumaşlar, fiyonklar , tüyler , parıltılı gözler , beyaz pudralı yüzler ve bir Asya rüyası …

Ve bir rüyadan , bir sonraki güne uyanmak..

Hoşçakal Tokyo !

13 Kasım 2011 Pazar

İmkansızın Şarkısı

Konuşmadan anlaşabilen gözler
Ve baktığında birinde kendinden parçalar görmek
Tüm içtenliğine rağmen ..
İmkansız kılınması sonra herşeyin .

Neden? demeye varmaz dilim
Susarım içimden birşey akar
Bu his hep kalacak bilirim
Yıllar sonra uyansamda ..

Yaşanmamış bir hikaye bizimkisi
Başlığı atılmış gerisi yazılmamış .
Zaman mı engel, biz mi ?

Neden? demeye varmaz dilim
Ben susarım içimden birşey akar
Bu his hep kalacak bilirim
Ben unutsam da içim unutmaz ..

Karşı Yaka

iki ayrı yakasında tanıdık birbirimizi
ve balıkçılar tek tanıktı kavuşmalarımıza
üzerimize inen sise rağmen 
bıkmadım yüreğimi sana taşımaktan ..

bir şehri tanıdığını sanmak 
ve senden sonrasında
bambaşka bir yüzüyle tanışmak
yalınayak yürümek sokaklarında
doğaya geri dönmek gibi .
 

bir vazgeçmek bir karar vermek
her vazgeçmişliğin ardından sana yemin etmek .
ve durakalmak , beklemek
beklemeyi bırakıp , devam etmek
devam ederken beklenmedik bir karşılaşma 
ve sil baştan ..





kalbim ağır bugün ..

yeni bir hayat inşa ediyorum kendime ..
şimdi elimde kalemim, kimler var listemde yanımda götürmek istediğim ?
neden herkes kolay vazgeçilir olmuş artık, düşünüyorum yazamıyorum ..

derken bir bir sıralasam ya kimlerin nesini götürmek istiyorum yanımda belki çıkış yolu bulur muyum kendime?
belki de yarattığım ütopyamda kalmalı herkes benim yalnızca görebildigim !

insanlar oldu etrafimda iyi niyetimden faydalanan..
bense gördüm onların niyetini , görmezlikten geldim onlara yansıtmadım , niyetimi bozmadım..

eskiden yüzlere vururdum anladım ki bir anlamı yok , değiştirmeye çalışmanın
kalp kırıklığından başka geride bırakılan .
bense sevmem kalplerini kırmış biri olarak anımsamalarını insanlarin beni , geride kalan hayatlarımda 

o yüzden artık mesafe koyuyorum aniden aramıza !
sonrasında anlarlar mı , anlamışlar mıdır bilmem ya ?

ben neden aldatılmış hissediyorum ? 
kalbim ağır bugün ! 





 

30 Ekim 2011 Pazar

Gözümün yakaladıkları -1


"Yaratma Savaşı" adında bir kitap okuyorum bu ara.Aslında okuduğum birçok kitaptan biri ,eş zamanlı.Bazen insanın üzerine bir açlık çöküyor , size de olur mu bilmem? Devamlı her şeyin tadına bakmak ister gibi hayatta.. Hiç durmadan.. Son yıllarda ileri seviyeye ulaşmış “Aşırı tüketim” rahatsızlığının psikolojik bir yansıması mı bu , bünyenin üzerine karabasan gibi çöken ? Her ne kadar uzak durmaya çalışsa da insanı zayıf noktasından yakalayıp , içine çeken birer kara delikle dolu gibi sokaklar ,her köşe başında karşınıza çıkan çoğu zaman ismini bile okumakta zorlandığınız kelimelerle dolu, görsel hafızalarımıza kazınan..

“Sende ne varsa,Hayata onu Ver” bu kitabın mottosu! Oysa kaç zaman oldu,vermeyi unutalı ,almaktan öte! Bu açlık nasıl diner ?  Belki de şehirselliğe sıkıştıkça bedenlerimiz , bizden günbegün uzaklaşan doğanın laneti bu !

Sonra bir sergide buluyorum kendimi ,plansız. Konu “Power of Making” – "Yaratmanın Gücü!" Bu bir tesadüf olmamalı , Tanrı birşeyler anlatmaya çalışıyor! Serginin içeriği ve ana teması, her insanın içinde bir yaratma gücü olduğu ve isterse/odaklanırsa/derinine inerse mutlaka kendinden öte birşeyler ortaya koyabileceğine dair bir dayatma. Özellikle de şunu belirtiyor ; "Herkes isterse her şeyi başarabilir.Belki farklı derecelerde ama bu mümkün!"

Daha geniş bir çerçevede son bir yılda gözüme çarpanları , aklıma düşenleri biraraya getirip değerlendirirsem bir çıkış yolu bulabileceğimi düşünüyorum.

Bir bakalım ;

- Dünya’da trend firmalarının diline dolanan yeni bir akım var “Slow Down Life” – Hayatı Yavaşlat!
- İngiltere’de geçen Temmuz ayında bu fikir üzerinden bir festival bile düzenlendi..
- Simgesi ; "Salyangoz" – Birkaç ay önce İstanbul’da şehir sokaklarını süsleyen pembe salyangozları anımsadınız sanırsam ..
- Günlük hayatın sıradanlığının , sanatlaştırıldığı birçok eser ve etkileri bu akımın birer habercisi gibi..
- Hatta , Pazarlama Adamları bunu kitap haline dökmüş bile ! Babylon Ayayorgi Kitap mağazasında geçen Ağustos ayında karşılaştım…

Yapboz’un parçalarını birleştirdiğimde – karşıma yeni bir tablo çıkıyor !

Beynimde resmettiğim tablo şöyle ;

Avrupa’da zaten bir süredir başlayan “Az ama Kaliteli” Tüketim Anlayışı , birçok tüketim eğilimini kısa vadede olmasa da değiştirecek gibi. Artık insanlar , "Yığın Tüketim" ’den ve bir sezonluk kısa ömürlü/düşük kaliteli ürünler satın almaktan yoruldu. Daha uzun ömürlü/zamansız ve kimlikli ürünler satın almayı tercih etmeye başlıyorlar.Hiçbir zaman tam anlamıyla olmasa da - geçmişe , arındırılmış günlük hayatlara bir özlem ve geri dönüş var. El işçiliği/emeği daha çok değer kazanıyor ve para ediyor.

Görünen o ki ; İnsanlar , kendi iç dünyalarına dönüp yeniden yaratma güçlerini keşfedecek gibi..

Bu tüm farkındalıklarımın beynimde oluşturduğu tabloyu bitirmeden önce beni son derece etkileyen bir alana daha değinmek istiyorum ; Sinema !
Yine son zamanlarda ilgimi çeken , kendimce keşfettiğim - belki adı belli ama benim henüz bilmediğim! - yeni bir film akımı , bu gidişatın görsel yansıması gibi..Zamansızlığın vurgulandığı , görsel/bilgisayar efektlerinden uzak ama bilimkurgu değeri taşıyan senaryoların daha içsel,insana ait yorumları ..

Tabii , paranın yönettiği bu dünyada tüm bu parallelliklerin süslü paketlerle sunulduğu yeni tüketim ürünleri bulunmaz mı? Bu akımı da binbir tilkiyle pazarlama stratejisine dönüştüren cin fikirli insan beyinleri ortaya çıkmaz mi? Orasını hep birlikte izleyerek göreceğiz…

Meraklısına  –
Kitap : Yaratma Savaşı , Steven Pressfield / Enerjik Yaratıcılık , Mary Beth Maziarz (Bu konuda birçok farklı çeşitleme de mevcut ..)
Sergi : Londra,V&A müzesi , "Power of Making"
Festival : http://www.slowdownlondon.co.uk/2010/earl%e2%80%99s-court-festival-2010-slow-movement-event-25th-july/
Sinema: "Never Let me go" by Mark Romanek / "Perfect Sense" by David Mackenzie

( Babylon , Kitap mağazasında karşıma çıkan kitabın ismini ne yazık ki hatırlamıyorum .. Ama “Slow Down Life”  üzerinden araştırma yapabilirsiniz .. )

22 Ekim 2011 Cumartesi

Bir Şehirde Bir Adam


geçmişimi terkettim dün
tabelası düşmüş bir sokak köşesinde
ve bir evin ışıkları yandı
buğulu bir camın ardında

zamanlar geçmiş meğer gözlerimden ...

o evde bir adam saklı ismi gizliymiş
ışıkları yanınca gördüm yansımasını
seçemedim

gözlerimi geçmişim mühürlemiş meğer ...

önünde bahar çiçekleri olan bir ev
yağan mor bir yağmurun boyadığı
kokusunu henüz içime çekemedim 

şimdide düşlüyorum
mor çiçekli evin buğulu adamını
ve hergün ne konuşur o çiçeklerle merak ediyorum .

bir şehirde bir adam ,

yolum düşmeyen yollarda keşfettiğim ,
sonrasında düştüğüm yollarına ..

Bir Kabus Gördüm !


(lace sculpture by ozan oganer)

bir sabah gördüm uyandığımda
düşlerim başucumdaydı
ışığı yakmak için uzattığım kollarım yıllar alır gibiydi hayattan
ve boş yatağımda tarihi geçmiş bir gazete parçasına
baktığımda anladığım
hayata geç kaldığımdı !

çok acınmışlıklarımın çukuruna sıkışmış bedenim
günden habersiz
günler geçirmişti ışıksız duvarlarıyla başbaşa odanın

kayıp gitmesine izin verdiğiniz yıllara yenik
yokoluşunuzu emanet ettiğiniz yaylı yatağınızda
donakalmış ..

derken alnıma düşen bir su damlası ile irkildim
uyandığımı sandığım sabahta
gözlerimi kırptığımda
yeniden kalbimde beliren düşlerim
içime sızan bir ışık ,
odanın kör boşluğunda ..

bir kabustan uyanmak gibiydi
bir lanetten arınmak gibi..

sonrasında ruha çöken ferahlık
plakta sıkışmış bir müzik ,
hayata dair herşey
her yaşam belirtisinde bulduğum o ana aitlik olma hali ..

ve kaldığı yerden devam etmek
sıkıca yakalayıp hiç bırakmamacasına ..

18 Ekim 2011 Salı

Bir ŞehRi Sevmek

bir şehri sevmek ayrı
ve bir şehri aşıkken sevmek ayrı ..

aynı şehre bir sabah uyanıp
sis inmiş odada önce
yer taşlarının rengini farketmek 
ilk kez ayak basar gibi ..

ve terliğinin tekinin kaybolmasını umursamadan
yalınayak eşikleri aşmak ..

sonra gözleri şiş yüzüne oturmuş manasız bir şaşkınlıkla selamlaşmak
bir banyo aynasında ..

ve iki kişilik gülümsemek kendi kendine sabahın bir kör vakti ..

suya dokunan ellerinden burnuna süzülen sevgili kokusunu içine çekmek sonra 
ve silinmesinler diye teninde kalan izlerini suya değdirmemek ..

kendini aynadan sakınmak
yerini zamandan
bedenini hasret kalmaktan ..

bir şehre onca sabahtan sonra bir sabah çoğul uyanmak !

ilk kez bir güne uyanır gibi
ilk kez görür ,
ilk kez kokusunu alır gibi karşılamak hayatı ..

diyorum ya ;

bir şehri sevmek ayrı ,
bir şehri aşıkken sevmek ayrı !




29 Eylül 2011 Perşembe

PaRiS – Bölüm 2 (SON)


Bu gece Paris’te son gecem. Bir sonraki seyahatimden önceki son gecem aslında.Yaşım kadar gün geçmiş yorgunlukla başımın düştüğü mavi yastığımda ve ne çok anıma tanıklık etmiş benden önce kimlerin gelip geçtiği bu oda. Gecelerimde saklı her anı , bir kalbim bilir.Beni kucaklayan bu şehirden yine ruhuma yeni zenginlikler katarak ayrılıyorum.Zihnimde daha önce resmetmediğim tablolaştırılmış kareler gibi hayatın içerisinden çekip aldığım ve birkaç sigara dumanında hayat verdiğim içime çektiğim bin bir güzellikle ayrılıyorum.Ama içimde bir his var ki biliyorum kısa süreli ziyaretlerden öte bir Fransız şehri değil ömrün birkaç zamanını geçirmek isteyeceğim.Dilini fonetik olarak sevsem de pek bir Fransız kaldığımdan mıdır bu yabancılığım yoksa aklımın ermediği bir kültürel uyuşmazlık mı bilinçlice ait olmak istemediğim..
İlk günümden bu yana pek bir yol kat ettim emanet bisikletimle bahsettiğim.Hatta , sırdaşım oldu farkına varmadan ya ikimiz de pek bir şaşırdık bu işe sonradan.Aynı dili konuşmadan da sırdaş olabiliyormuş gönülden konuşursa insan , bunu bana Fransız bisikletim öğretti.Onca günün onca bezgin akşamı bana işkence eden sevgili tahta merdivenlere gelince , hala ilk günüm gibi her seferinde başımı kaldırıp baktığımda göğü görüyorum aralığından ve hala ilk günkü gibi gözümde büyüyorlar ben onları geri geri itmeye çalıştıkça azalmıyorlar daha da çoğalıyorlar gibi hayatımdaki yer edinmişlikleri.Kırmızı abajurlu ev ve kısa ömürlü komşularımsa , sıradan bir hayat yaşadıklarını söyleyebilirim geceleri.Neredeyse her gece aynı durağanlıkta,  aynı saatte terasta çiçekleri sulayıp aynı saatte uyuyorlar.Yemekten sonra anne , küçük kızı ile odasında ilgileniyor baba da bilgisayarı üzerinden ya iş ya gündem ya bir şeyleri takip ediyor.Ama tüm bu sıradanlığın içinde bir o kadar sakin ve huzurlu bir hayat sürüyorlar.Bunu bu kadar net görmek mümkün ve belki de hepimizin dışarıdaki dünya karmaşasından sonra eve geldiğinde aradığı yalnız bu! Onlardan öte giderayak keşfettiğim diğer komşumdan bahsetmek istiyorum. Kendisi  balet ölçülerine sahip bir Fransız genci , ben ona “damdaki kemancı” diyorum.Bir buçuk katlı bir çatı dairesinde oturuyor ve duvarında demir çubuklardan yapılmış bir merdiveni olan küçük bir terası var.En esrarengiz tarafı beni yakalayan , her gece o merdivenden yan apartmanın çatısına çıkıp orada bilinçsizde birkaç vakit geçiriyor olması. Haftanın büyük bir kısmını sosyal ortamlarda geçiriyor kemancı ve kimsenin bilmediği gizemli bir bahçesi var o tepede  belki de sadece bir teleskop  orada duran çünkü gökyüzü bulutlar uykuda olduğunda buradan güzel görünüyor yıldızlar gece vakti ya da sadece büyük bir sır..
Birkaç zaman önce kendime gökyüzünden beğendiğim adını mavi yıldız koyduğum yıldızımı gördüm birkaç gece önce ve mutlu oldum. Dünyanın neresine gidersem gideyim henüz başımı ne zaman dimdik yukarı kaldırsam hep orda benimle birlikte.Birlikteliğimiz çok yeni , ondan gözlerim her gittiğim şehirde onu arıyor.Zaman geçtikçe ne olur bilmem.
Bir de bir bit pazarı ziyaretim var bahsetmeden bitiremeyeceğim.İsmi biraz kaşındırıcı gelse de oldum olası severim bu  tür pazarları ayrı bir ruhu vardır.Aslında ruhlar karmaşası demeliyim belki de insanın aklına gelmeyecek türde hayat kalıntılarıyla dolu.Birbirlerini ömür boyu hiç görmemiş , hiç tanımamış ve belki de hayatları boyunca hiç karşılaşmayacak insanların ruhlarıyla eskiyen parçaları bu pazarlarda bir araya gelir ve satışa çıkarlar.O yüzden , insanı saran bir enerjisi vardır.Ben keşfetmeyi  severim bilmediklerimi hele de insanlara aitse çünkü her insan bir şey öğretir.Her yaşam bir değerdir.İçgüdüsel yol alır bedenim ve bir objenin çekim alanına girerse ondan kaçmak çok kolay olmaz..Bu kez eski bir çift buz pateni , birkaç vanilyalı sabun ve tarihi belli olmayan toz pembe kaplı bir biyografi ile ayrılıyorum satılık ruhlar mekanından.
Şimdi uyuma vakti ve Paris’e teşekkür etme.Beni elinden geldiğince iyi kucakladığı ve sokaklarında özgürlüğün tadını çıkarmama izin verdiği için.Gerisi yaşanmışlıklarımda kalsın bana eşlik eden Paris komşularımla bir..Kalbim heyecanlı yine her yol öncesi gibi saatlerle akıyor ..
İyi geceler Paris ve “Hoşça” Kal!

YoL Vakti – Paris’e Veda


Yola çıkmalı şimdi
Biçilmiş zamanda payıma düşen yarından
Ellerimde sokak taşlarının izleri
Cebimde bir tutam gökyüzü
Yıldızların sihirli tozu burnumda
Yola çıkmalı şimdi.
Yalın ve dönüşmüş bir akşam sonrası
Yeni yaşanmamışlarımla dolu bavulum
Geride bıraktıklarım erimiş kaldırımlarda
Yağan yağmurla bir yeraltına karışmış ..
Bir ıslıkla dura gelen araba beni bulutların üzerine bir adım daha yaklaştıracak , biliyorum.
Ve bedenim uçup giderken bu şehirden
Bir daha ne zaman yeniden karşılaşacağız ,
Sahipsiz sokaklarda ..
Ve ışıklı nehir kenarında bir kez daha ne zaman içime çekerim bilmem
Henüz hayatıma girmemiş aşkın kokusunu ..
Sitemkar değilim bu aşk şehrine ,
Aramadım ya ne de olsa ,
Bulmak istemedim ben kaçtım .
Her köşe başını endişeyle döndüm başım eğik
Göz göze gelmedim tanımadığım nefeslerle
Kendimle yaşadım sade , isteyerek ..
Görünmez olmayı hayal ettim , “özgür” olmak için !

Ve şimdi yol vakti ,
Elveda yalancı Aşk şehri !

25 Eylül 2011 Pazar

Son Vagon


Zift "Parcalar Bu Ruzgar"


Giden son vagonun ardından bakakalıyor yüreğim
Ve bu zamansız gidişinle, çakıl taşlı bir toz bulutu sarıyor ruhumu .
Bedenim kışın ortasında şimdi yeniden
 Seninle gelen yazdan sonra  benden giden .
Bir ara göçmen kuşlar adını fısıldıyorlar üzerimden geçerken
Ve gardaki kırmızı yanaklı çocuk bana seni ağlıyor .
Saatler bir başka vakitte ilerliyorlar bizden uzak zamanlarda şimdi
Ve ben  tüm anlamsız kelimeleri seni geri getirebilmek için saçıyorum yerlere ardı ardına
Duvarlara çarpan harfler hiç duyulmamış cümleler kuruyorlar sonra
Terkedilmiş bir kadının rüzgarla uçuşan eşarbıyla bir ,senin gittiğin yöne doğru savruluyor bu cümleler
Ve ben tüm varlığımla koşuyorum peşlerinden , nefes nefese .
Sonra aniden yüzüme çarpan bir nokta ile duruyorum
Ve bakıyorum  ama  göremiyorum
Sen yoksun .
Yeniye ait hiçbir şeyde sen’likten eser yok bu noktada ..
Derken istasyonun bittiği yerde buluyorum kalbimi
Dağılmış,
Geride bıraktığım parçalarına bakıyorum
Farklı bedenlerde yeni sahipler bulmalarına tanıklık ediyorum.
Bizden ne kaldıysa geride, onları iyi niyetli insanlara emanet ediyorum ayrılırken.
Ve gidiyorum ,
Senin bir akşam vakti apansız , hayatımdan o son vagonla bir gittiğin gibi …
 Geri dönebilme ihtimalini  istasyonda durmuş bir saatin içine hapsederek
Sadece kendim ve ben gidiyorum.