1.gün : Shibuya’ya Varış
Oniki saatlik zorlu bir yolculuktan sonra Narita’ya varıyor ve ardından iki saatlik bir şehre ulaşım çabası ile Shibuya Tobu Hotel’deki odama yerleşiyorum.Tokyo’yu koklamak üzere bir an önce moda ve trendler anlamında önde gelen bölgelerden biri olan Shibuya’da günüme kaldığı yerden devam ediyorum.Shibuya kendi içinde yaşayan bir şehir gibi. İçinde hem dünya markalarını sunan “Parco” gibi birçok büyük mağazaların bulunduğu aynı zamanda Japon lokal markalarının daha genç , alt kültürlere hitap ettiği “109” gibi mağazalari barındıran bir kozmopolit. Meydana yaklaşırken Tokyo denince akla gelen , bahsedilen inanılmaz bir insan yoğunluğu beni karşılıyor. Gözlerimi, Japonların dış görünümlerini incelemekten alamıyorum. Bir o kadar kendini geliştirmiş ve Avrupalaştırmış son derece modern bir duruş ile birleşen bir o kadar geleneksel bir mizaç karşımda olağanüstü bir tezat oluşturuyor. Tarifi mümkün olmayan bir moda sentezi bu yüzüme vuran. Ufak uçuşan etekler , minik paltolar, bolca fırapan kürk detaylar , bir parlaklık yüzlerde başlayan ve tırnaklara kadar uzanan.. Abartılı topuklu ayakkabılar ile birlikte sanki John Galliano zamanından bir Dior defilesi sahnesi önümden geçen kalabalıkla karışmış.. Gençlere baktığımda kızlar ve erkekleri ayırtetmem bazen mümkün olmuyor. Son günlerin akımlarından biri olan “Androjen” bir hava hakim. Herkes bakımlı ve aksesuarlar giyimlerini tamamlayan en önemli detaylar.
Meydanda ilk durağım ; Shibuya 109 mağazası.Yaklasik 120 Lokal markayı aynı çatı altında toplayan bu çok katlı mağaza adeta Tokyo’nun güncel ve ‘cool’ diye tanımlanan Japon Genç Kız giyim kültürünün bir yansıması.109’dan çıktığımda karşımda bir Amerikan dokunuş yakalıyor gözlerimi.Bir kahve molasında, gelecek Tokyo günlerimi planlayıp Shibuya’nın diğer yüzünü keşfetmek üzere ara sokaklara dalıyorum.
Gecenin karanlığında Tokyo sanki yeni bir yüze bürünüyor. Son derece parlak renkli ışıklar sokakları köşe bucak aydınlatıyor. Ara sokaklarda Vintaj mağazalara rastlıyorum sonra. Avrupa’dan özellikle Fransa’daki Vintaj mağazalardan farklı ürünler hakim burada. Romantik elbiseler, Amerikan Kolej tarzı parlak nakışlı montlar, ekose flannel gömlekler, işçi giyim tarzını yansıtan pantolonlar ve tulumlara Vahşi Batı etkilerin yansıdığı detaylarla karışmış gömlekler eşlik ediyor.
Saat ilerledikçe gece çökerken üzerime enerjimin yettigi yer yakında bir “Yaşam Tarzı” mağazası.Günüm, ağırlıklı olarak Japonca dilinde sunulan moda dergilerinin arasinda, müzik ve tadına baktığım leziz kitaplar ile son buluyor.Bu şehirde yaşamak istiyorsam anlıyorum ki Japonca bilmek şart !
2.gün: GINZA
Yedi saatlik zaman farkı hayatıma yorgun bir sabaha uyanış olarak yansıyor ama içimdeki Tokyo’yu keşfetme heyeacanı ile sabah mağazaların açılış saatinde kendimi metroda Ginza’ya doğru yol alırken ( Tokyo’nun 5.Caddesi) buluyorum. Metro çıkışında beni zarif bir cadde ve sağlı sollu dizilmiş dünya markalarının prestijli mağazaları karşılıyor. Armani, Dior ,Chanel ,Bottega Veneta, LV, Gucci , Hermes gibi birbirinden farklı birer görsel şöleni anımsatan koleksiyon detaylarının yansıdığı vitrinler gözlerimin kadrajına dahil oluyor. Hafta içinde bir gün olmasından mı bilinmez ya da sabah saatlerinin mi etkisi ama Tokyo’nun kalabalık yüzünden eser yok bugün. Bir markadan daha bahsetmeden Ginza turumu sonlandıramayacağım.O kadar uluslararası, dev markanın yanında bir Japon lokal markası ; “Uniqlo” dikkatimi çekiyor. Motto’su ; “Global üret , global sat!”.Uniqlo karşılanabilir, iyi kaliteli (!) günlük giyimden iç giyime uzanan bir ürün yelpazesine sahip ve mağazasında insana alışveriş rahatlığı sağlayan bir konfor hissiyatı hakim.
Yol haritamda sırada daha çok “Konsept” mağazaların hakim olduğu Omote-Santo bölgesi var. Bu bölge büyük bulvarı , birbirini kesen küçük caddelerle birleştiren ve keşfedilmeyi bekleyen dar ara sokaklardan oluşuyor. Comme Ca Va , Comme Des Garcons , Prada Concept Store , “Loveless” ve çeşitli tasarım mağazaları bugüne sığdırmak istediğim birkaç durağım.
Prada Tokyo Concept Store ; hakikaten bir mimari başyapıt. Dört yanı camdan oluşan bina son derece futuristik bir hava sergiliyor. 3boyutlu bir meteoriti veya dev bir pırlantayı anımsatan görüntüsü ile şehrin silüetine yumuşak, organik bir hava katıyor. Bir uzay gemisinin girişini andıran labirentin içinden geçerek girilebilen mağazanın iç dekorasyonunda da geleceğe aitlik hissiyati verilmiş.
Come Des Garcons ; Londra’da bulunan büyüleyici “Dover Street Market” konsept mağazasından sonra aynı heyecanı uyandırmıyor bünyemde ama yine de her koleksiyonu, sunumu , sıradışı Moda Anlayışı ve Trendlere karşı duruşu ile son derece özgün bir ilham kaynağı.
Come Des Garcons ; Londra’da bulunan büyüleyici “Dover Street Market” konsept mağazasından sonra aynı heyecanı uyandırmıyor bünyemde ama yine de her koleksiyonu, sunumu , sıradışı Moda Anlayışı ve Trendlere karşı duruşu ile son derece özgün bir ilham kaynağı.
“Loveless”, lokal bir tasarım mağazası. Bir gece klübü girişini andıran karanlık bir merdiven bedenimi yerin altına saklanmış dört katlı bir konsept mağazaya ulaştırıyor. Bayan ve erkek genç giyime hitap eden ürünler yeni trendlerin habercisi.İpuçları veriyor. Kendini ifade eden Tokyo modasının öncülerinin düzenli olarak takip ettiği bir mağaza burası. Yerin altında kalan iki kat ’Dark side ; Karanlık yüz’ olarak adlandırılmış. Mağaza içi dekorasyonu adeta bir ejderha kalesini andırıyor. Yeniden yapilandirilan üst katları ise kendi ifadeleri ile mağazanın ’Sunny side” yani “Aydınlık Yüz’ü” . Giyimin yanında özel seçilmiş CD, kitap ve magazin koleksiyonu da ruhumu doyuruyor.
Spiral Concept Store; Paris ‘Collette’ Mağazasını çağrıştıran bir mekanın içindeyim. Spa ve güzellik salonu dahil ev dekorasyonu ve kırtasiye gibi birçok alanda tasarım ürünlerinin sunulduğu çok katlı bir mağaza burası. İsmini sizi mağazanın içine ulaştıran spiral yürüme bandından alıyor. İlk giriş katındaki kafe’si de içerideki havayi koklamak ve bir süreliğine hayatlarına dahil etmek isteyenler için ideal bir dinlenme noktası.
Büyük bulvar üzerinde bir akşamüstü yürüyüşü ile sonlanan gün yarını keşfetmek için yapılan bir gözlem / arayış anı aynı zamanda benim için.
Günümün son durağı ; Laforet Harajuku .(http://www.laforet.ne.jp/ ) 150 butik ve altı kattan oluşan , 1978 yılından bu yana Harajuku’ yu sarmalayan bir moda hareketi. Güncel moda markaları , prestijli konsept mağazalar ve son moda akesuarlar birarada sunuluyor burada.
Bugün artık şehre daha çok hakim yön ruhum. Shibuya’dan gözüm kapalı atıyorum kendimi sokaklara ve yürümeye başlıyorum.İşte , “CAT STREET” önümde. Londra Soho’yu anımsatan küçük vintaj mağazalar, sıradışı hayat biçimlerini yansıtan butikler ve aksesuar dükkanları peşisıra dizilmiş. Cat Street , herbir mağazaya girip çıktıkça uzuyor, bitmiyor. Büyük bulvara varıyor ara sokakların sonu ve “Moma Sanat Müzesi” Tasarım mağazasındayım. Bugün Japon tasarımcıların yeni koleksiyonlarını, kendi vatanlarında keşfetme ve deneyimleme günü! Uzun araştırmalarımdan sonra lokasyon bilgilerini edindigim ilk durağım;
Yohji Yamamoto; ( http://www.yohjiyamamoto.co.jp/) yine sıradışı kalıplar ve tipik Japon Tasarım anlayışı.Tek renklilik ya da renksizlik. Bir hayli sınırları zorlayan ürünler, herbiri ayrı birer başyapıt halinde sunulmuş. Alternatif feminen görüntüler , yenilikçi kumaşlarla ifade ediliyor.
Issey Miyake; (http://www.isseymiyake.com/) yeni fikirlerin, projelerin güncel tadların fütürist eğilimlerle birlikte sunulduğu yaşayan bir laboratuvar adeta. Teknolojik kumaş , kesim ve detayların peşi sıra yeralan modellerin ardında yatan yoğun arge süreçlerini hayal etmek bile oldukça heyecan verici. Japon kültürünü sentezleyerek modellerine yansıtmış son derece başarılı bir tasarımcı Issey Miyake.Saygıyla , selamlıyorum.
Son günümü geride kalanlara adıyorum..Ve işte ; “Design Festa” . “Tasarım Festivali” Kapsamında bir tasarım evine dönüştürülen bir binada renkler , fotoğraflar , asyalı yaratıcıların bakış açısıyla yaratılmış objeler fotoğraf makinemin kadrajına ve oradan da ruhuma yansıyor. Design Festa ; yılda iki kez düzenlenen ve yaklaşık 60.000 ziyaretçinin katıldığı Asya kıtasının en büyük yaratıcı oluşumlarından biri.Mutlu bir gün benim için tüm görsellikleri içime çekiyorum.
Tokyo , Moda ve Trendler anlamında son derece ilham veren ve insana dünyada Avrupa ya da Amerika’dan farklı bir yerde olduğunu hissettiren , yaşayan bir şehir..
İnsanları, yaşayış biçimleri ve hayat standartları son derece ileri düzeyde olmasına rağmen ; geleneklerine bağlılıkları ve kendi kültürleri ile sentezledikleri bir hayat anlayışına sahip. Kendi tarzlari var, evet! Paris’te bir bayanda göremeyeceğiniz bir tarz bu. Kimi zaman çocuksu bir dişilik, kimi zaman daha androjen, biraz rüküş bazen de biraz abartılı bir tarz bu ama kendileri gibi olan kendilerine yakışan. Küçük bedenli, küçük insanları var. Bir de renklilik hakim. Renklerle oynamayı , desenleri karıştırmayı seviyorlar.Binbir türlü aksesuar detaylar , fırfırlar, uçuşan kumaşlar, fiyonklar , tüyler , parıltılı gözler , beyaz pudralı yüzler ve bir Asya rüyası …
Ve bir rüyadan , bir sonraki güne uyanmak..
Hoşçakal Tokyo !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder