30 Ekim 2011 Pazar

Gözümün yakaladıkları -1


"Yaratma Savaşı" adında bir kitap okuyorum bu ara.Aslında okuduğum birçok kitaptan biri ,eş zamanlı.Bazen insanın üzerine bir açlık çöküyor , size de olur mu bilmem? Devamlı her şeyin tadına bakmak ister gibi hayatta.. Hiç durmadan.. Son yıllarda ileri seviyeye ulaşmış “Aşırı tüketim” rahatsızlığının psikolojik bir yansıması mı bu , bünyenin üzerine karabasan gibi çöken ? Her ne kadar uzak durmaya çalışsa da insanı zayıf noktasından yakalayıp , içine çeken birer kara delikle dolu gibi sokaklar ,her köşe başında karşınıza çıkan çoğu zaman ismini bile okumakta zorlandığınız kelimelerle dolu, görsel hafızalarımıza kazınan..

“Sende ne varsa,Hayata onu Ver” bu kitabın mottosu! Oysa kaç zaman oldu,vermeyi unutalı ,almaktan öte! Bu açlık nasıl diner ?  Belki de şehirselliğe sıkıştıkça bedenlerimiz , bizden günbegün uzaklaşan doğanın laneti bu !

Sonra bir sergide buluyorum kendimi ,plansız. Konu “Power of Making” – "Yaratmanın Gücü!" Bu bir tesadüf olmamalı , Tanrı birşeyler anlatmaya çalışıyor! Serginin içeriği ve ana teması, her insanın içinde bir yaratma gücü olduğu ve isterse/odaklanırsa/derinine inerse mutlaka kendinden öte birşeyler ortaya koyabileceğine dair bir dayatma. Özellikle de şunu belirtiyor ; "Herkes isterse her şeyi başarabilir.Belki farklı derecelerde ama bu mümkün!"

Daha geniş bir çerçevede son bir yılda gözüme çarpanları , aklıma düşenleri biraraya getirip değerlendirirsem bir çıkış yolu bulabileceğimi düşünüyorum.

Bir bakalım ;

- Dünya’da trend firmalarının diline dolanan yeni bir akım var “Slow Down Life” – Hayatı Yavaşlat!
- İngiltere’de geçen Temmuz ayında bu fikir üzerinden bir festival bile düzenlendi..
- Simgesi ; "Salyangoz" – Birkaç ay önce İstanbul’da şehir sokaklarını süsleyen pembe salyangozları anımsadınız sanırsam ..
- Günlük hayatın sıradanlığının , sanatlaştırıldığı birçok eser ve etkileri bu akımın birer habercisi gibi..
- Hatta , Pazarlama Adamları bunu kitap haline dökmüş bile ! Babylon Ayayorgi Kitap mağazasında geçen Ağustos ayında karşılaştım…

Yapboz’un parçalarını birleştirdiğimde – karşıma yeni bir tablo çıkıyor !

Beynimde resmettiğim tablo şöyle ;

Avrupa’da zaten bir süredir başlayan “Az ama Kaliteli” Tüketim Anlayışı , birçok tüketim eğilimini kısa vadede olmasa da değiştirecek gibi. Artık insanlar , "Yığın Tüketim" ’den ve bir sezonluk kısa ömürlü/düşük kaliteli ürünler satın almaktan yoruldu. Daha uzun ömürlü/zamansız ve kimlikli ürünler satın almayı tercih etmeye başlıyorlar.Hiçbir zaman tam anlamıyla olmasa da - geçmişe , arındırılmış günlük hayatlara bir özlem ve geri dönüş var. El işçiliği/emeği daha çok değer kazanıyor ve para ediyor.

Görünen o ki ; İnsanlar , kendi iç dünyalarına dönüp yeniden yaratma güçlerini keşfedecek gibi..

Bu tüm farkındalıklarımın beynimde oluşturduğu tabloyu bitirmeden önce beni son derece etkileyen bir alana daha değinmek istiyorum ; Sinema !
Yine son zamanlarda ilgimi çeken , kendimce keşfettiğim - belki adı belli ama benim henüz bilmediğim! - yeni bir film akımı , bu gidişatın görsel yansıması gibi..Zamansızlığın vurgulandığı , görsel/bilgisayar efektlerinden uzak ama bilimkurgu değeri taşıyan senaryoların daha içsel,insana ait yorumları ..

Tabii , paranın yönettiği bu dünyada tüm bu parallelliklerin süslü paketlerle sunulduğu yeni tüketim ürünleri bulunmaz mı? Bu akımı da binbir tilkiyle pazarlama stratejisine dönüştüren cin fikirli insan beyinleri ortaya çıkmaz mi? Orasını hep birlikte izleyerek göreceğiz…

Meraklısına  –
Kitap : Yaratma Savaşı , Steven Pressfield / Enerjik Yaratıcılık , Mary Beth Maziarz (Bu konuda birçok farklı çeşitleme de mevcut ..)
Sergi : Londra,V&A müzesi , "Power of Making"
Festival : http://www.slowdownlondon.co.uk/2010/earl%e2%80%99s-court-festival-2010-slow-movement-event-25th-july/
Sinema: "Never Let me go" by Mark Romanek / "Perfect Sense" by David Mackenzie

( Babylon , Kitap mağazasında karşıma çıkan kitabın ismini ne yazık ki hatırlamıyorum .. Ama “Slow Down Life”  üzerinden araştırma yapabilirsiniz .. )

22 Ekim 2011 Cumartesi

Bir Şehirde Bir Adam


geçmişimi terkettim dün
tabelası düşmüş bir sokak köşesinde
ve bir evin ışıkları yandı
buğulu bir camın ardında

zamanlar geçmiş meğer gözlerimden ...

o evde bir adam saklı ismi gizliymiş
ışıkları yanınca gördüm yansımasını
seçemedim

gözlerimi geçmişim mühürlemiş meğer ...

önünde bahar çiçekleri olan bir ev
yağan mor bir yağmurun boyadığı
kokusunu henüz içime çekemedim 

şimdide düşlüyorum
mor çiçekli evin buğulu adamını
ve hergün ne konuşur o çiçeklerle merak ediyorum .

bir şehirde bir adam ,

yolum düşmeyen yollarda keşfettiğim ,
sonrasında düştüğüm yollarına ..

Bir Kabus Gördüm !


(lace sculpture by ozan oganer)

bir sabah gördüm uyandığımda
düşlerim başucumdaydı
ışığı yakmak için uzattığım kollarım yıllar alır gibiydi hayattan
ve boş yatağımda tarihi geçmiş bir gazete parçasına
baktığımda anladığım
hayata geç kaldığımdı !

çok acınmışlıklarımın çukuruna sıkışmış bedenim
günden habersiz
günler geçirmişti ışıksız duvarlarıyla başbaşa odanın

kayıp gitmesine izin verdiğiniz yıllara yenik
yokoluşunuzu emanet ettiğiniz yaylı yatağınızda
donakalmış ..

derken alnıma düşen bir su damlası ile irkildim
uyandığımı sandığım sabahta
gözlerimi kırptığımda
yeniden kalbimde beliren düşlerim
içime sızan bir ışık ,
odanın kör boşluğunda ..

bir kabustan uyanmak gibiydi
bir lanetten arınmak gibi..

sonrasında ruha çöken ferahlık
plakta sıkışmış bir müzik ,
hayata dair herşey
her yaşam belirtisinde bulduğum o ana aitlik olma hali ..

ve kaldığı yerden devam etmek
sıkıca yakalayıp hiç bırakmamacasına ..

18 Ekim 2011 Salı

Bir ŞehRi Sevmek

bir şehri sevmek ayrı
ve bir şehri aşıkken sevmek ayrı ..

aynı şehre bir sabah uyanıp
sis inmiş odada önce
yer taşlarının rengini farketmek 
ilk kez ayak basar gibi ..

ve terliğinin tekinin kaybolmasını umursamadan
yalınayak eşikleri aşmak ..

sonra gözleri şiş yüzüne oturmuş manasız bir şaşkınlıkla selamlaşmak
bir banyo aynasında ..

ve iki kişilik gülümsemek kendi kendine sabahın bir kör vakti ..

suya dokunan ellerinden burnuna süzülen sevgili kokusunu içine çekmek sonra 
ve silinmesinler diye teninde kalan izlerini suya değdirmemek ..

kendini aynadan sakınmak
yerini zamandan
bedenini hasret kalmaktan ..

bir şehre onca sabahtan sonra bir sabah çoğul uyanmak !

ilk kez bir güne uyanır gibi
ilk kez görür ,
ilk kez kokusunu alır gibi karşılamak hayatı ..

diyorum ya ;

bir şehri sevmek ayrı ,
bir şehri aşıkken sevmek ayrı !